Çarşamba, Aralık 17, 2025
9.5 C
İstanbul

İstanbul Barosu Savunması

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu ve yönetim kurulu üyelerinin görevden alınması ve yeni yönetim seçilmesi talebiyle İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava 4 Mart 2025’te başladı. Dava, 21 Mart 2025 günü İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi salonunda yapılan duruşma ile sona erdi. Duruşmayı, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, çok sayıda baro başkanı ve yaklaşık 500 avukatın yanı sıra yurt dışından gelen gözlemci baro temsilcileri de izledi. Kaboğlu mahkeme hakimine “Çok şanslı bir yargıçsınız! Çünkü hangi kararı verirseniz verin her türlü 21. Yüzyıl tarihine geçeceksiniz!” dedi. Dava sonunda İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Özden Kaboğlu ve yönetim kurulunun görevlerine son verilmesine karar verildi. İstinaf incelemesi aşaması olması nedeniyle baro yönetim kurulunun görevine devam edeceği açıklandı. Kararın ardından TBB Başkanı Erinç Sağkan önderliğindeki yüzlerce avukat Çağlayan’dan Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş Orhan Adli Apaydın Sokak’taki baro binası önünde basın açıklaması yapıldıktan sonra sona erdi. Mardin Barosu, ‘karanlık karar’ kalkana kadar logosunu karartma kararı aldığını açıkladı. 

[/box]

Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun 21 Mart 2025 günü İstanbul Barosu Adına Yaptığı Savunma 

 İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesine,

İstanbul Barosu Başkanı (21.03.2025)

Dosya No: 2025/15 E.

 İSTANBUL BAROSU VE DAVANAME (ibbaşkanı: 3.952)

 //savunma, yurttaşları savunur, ama bu davada savunma savunmayı savunuyor//

1.- ‘ADALET, DEMOKRASİ VE ÖZERKLİK’, BAROLARIN HUKUKİ STATÜSÜNÜ BELİRLER

Baroların hukuki niteliği nedir?

Anayasal düzlemde barolar, üç açıdan öne çıkar: kurum olarak (adalet), kurumun yapısı ve örgütlenme modeli olarak (demokratik) ve işleyiş olarak (özerk).

Üçlü, şöyle nitelenebilir: adalet işlevi, demokratik işleyiş ve özerk işlem.

1) Adalet: Türkiye Devleti olarak Cumhuriyet’in nitelikleri, “adalet anlayışı” esas alınarak yazılmıştır (md.2). Barolara, Cumhuriyet’in nitelikleri  ile örtüşen görev ve yetkiler  tanınmış,  sorumluluk ve yükümlülükler verilmiştir: hukukun üstünlüğünü savunmak ve insan haklarını korumak(Av. K. 76/1).

 2) Demokrasi: “organları kendi üyeleri tarafından gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişileri” olarak (Any., md.135) Barolar, “demokratik hukuk Devleti” (Any., md.2) bağlamında yer alırlar; aynı zamanda, “çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır” (Av. K., md.76/1).

3) Özerklik: Adalet anlayışını uygulamaya geçirme ereğinde demokratik kurum olarak Baro çatısı altında yürütülen “kamu hizmeti ve serbest meslek” öznesi avukat, “yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder” (Av. K. md.1). Avukatlığın amacı; “hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derece yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır” (md.2).

İşlev olarak; adalet anlayışını sav+savunma+hüküm(S+S+H) üçlüsünde uygulamaya geçirmek:

Barolar, düzenleyici, denetleyici ve yaptırım niteliğindeki işlemlerini değinilen anayasal ve yasal hükümler çerçevesinde kendi yönetim, denetim ve disiplin kurulları yoluyla yapar ve uygulamaya koyar.

Cumhuriyet’in, yani Türkiye Devleti’nin nitelikleri, “adalet anlayışı” esas alınarak yazılmıştır (md.2). Barolara, Cumhuriyet’in nitelikleri ile örtüşen görev ve yetkiler tanınmış, sorumluluk ve yükümlülükler verilmiştir: hukukun üstünlüğünü savunmak ve insan haklarını korumak. Bu, “özgül yetki” olarak tanımlanabilir.

 Hangi hukuk? Hukuk, şu dört katmanlı kurallardan/ normlardan oluşur:

  – Yasalar

  – Anayasa

  – Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler,

  – Hukukun genel ilkeleri.

Hangi insan hakları?  -Anayasa’da öngörülen bütün hak ve özgürlükler yanısıra, madde 2 yoluyla evrensele açılan kapı: “insan hakları”.

Amaç ve faaliyetler olarak,  görev+yetki ve sorumluluk,  Anayasa madde 135 tarafından belirlenen genel çerçeve ve Avukatlık Kanunu tarafından “hukukun üstünlüğü ve insan hakları” olarak belirlenen Barolara özgü ayrıcalıklı görev ve yetkilerini (AMAÇ) yerine getirme ve kullanma aracı 6 ayrı eylem olarak sıralanmış  bulunuyor (Av. K., md.76/1, md.95/21):

geliştirmek,

-sağlamak,

-savunmak,

-korumak,

-karşılamak,

-işlerlik kazandırmak.

Demokratik işleyişi pekiştirmek (ulusal/yerel/ülkesel)

Ulusal ölçekte (TBMM gibi) yapılar ve yerel ölçekte  (belediyeler gibi) yapılar, hizmet bakımından ülke genelinde örgütlenmiş bulunan KKNMK, üçüncü halkayı oluşturmakta. Hem demokratik kurumlar, hem de tıpkı TBMM gibi işleyişi de demokratik olan Barolar, diğer demokratik birimlerden farklı olarak üyeleri ile ulusal ve yerel demokrasinin güvencesidir: sandığın hukuki güvenliği.

Saptama 1: Baro, işlemlerinde özerktir:

“Özerk işlem veya tasarruflar”,  “adalet işlevi ve demokratik işleyiş”in doğal sonucu olduğundan olası bir yargısal denetim de, kamusal niteliği çerçevesinde HUKUKA UYGUNLUK denetimi ile sınırlı olarak gerçekleştirilmelidir.

2.- BAROLAR, HUKUK VE DEMOKRASİ MERKEZİNDE YER ALIR

Hukukun üstünlüğünü (HÜ) savunmak  ve insan haklarını korumak (İH) çifte görevi ve çok yönlü yükümlülüğü, Barolara, hiçbir kamu veya özel kurum ve kuruluşun sahip olmadığı görev+yetki+ sorumluluk (G+Y+S)  bahşetmektedir.

 Bütün bu açıklananlar, Baroların, -kamunun en zinde güçleri olarak- bir yanda hukuk devleti ve hukuk toplumu arasında, öte yanda demokratik devlet ve demokratik toplum arasında kendine özgü bir işlev, konum ve yere sahip olduğunu gösteriyor. Şöyle ki;

 HUKUK  DEVLETİ (DEVLET) DEMOKRATİK  DEVLET

 BARO

 HUKUK TOPLUMU (TOPLUM), DEMOKRATİK TOPLUM

 Bir başka, -ne kamu ne de özel- hiçbir kuruluş yoktur ki, Barolar derecesinde bu dörtlü için işlevsel ve belirleyici olsun! Bu nedenle Barolar için, hukuk yoluyla demokrasi (HYD) aktörleri nitelemesi de yapılabilir).

Saptama 2: “Hukukun üstünlüğü ve insan hakları”, Baroların varlık nedeni ile örtüşmektedir. Neden-sonuç; nedeni tek: “kuruluş amacı dışı faaliyet” (md.76/2) veya “faaliyet göstermek” (md.77/5); sonuç ise, “görevden alma” yaptırımı.

Gözlem; amaç ve amacı gerçekleştirmeye yönelik araçlar, ayrıntılı ve somut olarak sayılmış bulunuyor. Yaptırıma gelince; hiçbir neden belirtilmemiş. Baro görevlerinin amaç ve araçları açıkça sayıldığına göre; hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını ihlal eden Baro, görevi dışına çıkmış demektir. Bu nedenle asıl üzerinde durulması gereken, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanına ilişkin ölçütleri belirlemektir.

3.- ADİL YARGILANMA HAKKI, İNSAN HAKLARININGÜVENCESİDİR

TC, Avrupa hukuk ailesinin ve uluslararası toplumun onurlu bir üyesidir.

İnsan hakları değerlerini ilerletmek: olumsuzlukların aşılmasında, Baroların görev ve sorumluluğu kayda değer. “İnsan hakları düşmanları”nın en aza indirilmesinde, birleştirici, kucaklayıcı ve eşitleyici anlamda İnsan hakları değerlerini yaygınlaştırmak gerekir: “özgürlük-eşitlik-haysiyet” denklemini gerçekleştirmeye elverişli evrensel değerlerdir bunlar: yurttaşlık, laiklik, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi.

Adil yargılanma hakkı (AYH), Anayasa ile maddi olarak tanınan hak ve özgürlükler bütününü kapsamına alan usule ilişkin güvence özelliğiyle kendine özgü bir yer tutar. Dürüst yargılanma hakkı” veya “hakkaniyete uygun yargılama”, -esas olarak- mahkemelerin doğru veya yanlış bir karara ulaşıp ulaşmadıklarını değil, başvuruculara tarafı olduğu davada usule ilişkin güvenceler sağlamayı amaçlamaktadır.

AYH, Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu bütün büyük hukuk belgelerinin ortak paydasıdır.

Uluslararası ve bölgesel ölçekte hazırlanan insan hakları belgelerinin ve anayasaların kaynağı olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), devletler ve insan haklarını korumakla görevli uluslararası organlar yönünden, giderek bağlayıcı bir güç kazanarak referans norm özelliğine kavuşmuş bulunuyor.

İHEB, adil yargılanma hakkını şöyle düzenlemekte:

Herkes, haklarının, vecibelerinin veya kendisine karşı cezai mahiyette  herhangi bir isnadın  tesbitinde, tam bir eşitlikte, davasının bağımsız  ve tarafsız  bir mahkeme  tarafından nesafetle ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.” (md.10).

Türkiye, İHEB’in amacı doğrultusunda Bakanlar Kurulu Kararı yoluyla gereğini gecikmeden yerine getirmiş bulunuyor (Resmi Gazete: 27 Mayıs 1949-16199).

BM Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, madde 14’e göre; “Herkes, mahkeme ve yargı önünde eşittir. Aleyhine bir suça hükmedilirken ya da bir hukuk davasında hak ve yükümlülükleri karara bağlanırken, herkesin yasayla kurulmuş, yetkili, bağımsız  ve yansız bir mahkeme tarafından adil ve açık olarak yargılanma hakkı vardır.” (…).

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) madde 6’ya göre; “Medeni hak ve yükümlülükleri ya da hakkında herhangi bir suçlama karara bağlanırken herkesin, yasayla kurulmuş bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından makul bir süre içinde  adil ve açık bir yargılanmaya hakkı vardır.” (…). Madde 13’e göre; “Bu Sözleşmede düzenlenen hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, (…) ulusal bir makam önünde etkili bir hukuki yola başvurma hakkına sahiptir” (md.13).

Türkiye Cumhuriyeti, İH Avrupa Anayasası mekanında yer almaktadır.

İstanbul Barosu da, birçok uluslararası avukatlık kuruluşlarının üyesidir. Örnek olarak; gelen meslektaşlar bu çerçevede ve –diğerleri arasında- kabul edilen Avrupa Konseyi Avukatlık Mesleğini Koruma Sözleşmesi (12-13 Mart 2025) gereği dayanışma ve destek için buradalar. Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa hukuk, iktisat ve siyasal topluluğu içinde yer alan bir Devlet’tir.

Hukuk Devleti (md.2), adil yargılanma hakkına ilişkin Anayasa maddelerinin çerçevesini oluşturur.  Adil yargılanma hakkının içerdiği pek çok ilke veya hak, Anayasa’nın başta md.36-39, 125, 138-142 gelmek üzere çeşitli maddelerinde yer alır.

Adil yargılanma hakkı, “hak arama hürriyeti” kenar başlıklı maddede tanınmış olmakla birlikte (md.36), bu madde ve devamı olan 37 ve 38. Maddeler, “Hakların korunması ile ilgili hükümler” ana başlığı altında düzenlenmiş olup, ‘kanuni hakim güvencesi’ (md.37) ve suç ve cezalara ilişkin esaslar’ (md.38), adil yargılanma hakkının kurumsal çerçevesini ve maddi alt yapısını oluşturmaktadır. Etkili başvuru hakkı güvencesi olarak “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı madde 40 örtülü olarak adil yargılanma hakkı bağlamında değerlendirilebilir. Bu hükümler, madde 2’de belirtilen Türkiye Cumhuriyeti nitelikleri çerçevesinde yorumlanmalıdır.

Adil yargılanma hakkını öngören madde 36’yı, madde 2 ve 13 bağlamında, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları ışığında yorumlama yetki ve yükümlülüğü, bütün mahkemelerindir. Bu konuda madde 138, genel çerçeveyi koymaktadır: Hakimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Şu halde bütün yargıçlar, Anayasa’nın doğrudan muhatabı olduğu gibi ‘hukuk’un ne olduğu konusunda da yorumlama yetkilerine sahiptir. Kuşkusuz hukukun genel ilkeleri, hukuku somutlaştıran kavramdır.

Saptama 3: İnsan haklarını korumakla yükümlü olan Baro, adil yargının ilk koşulu olan başvuru hakkını dillendiremeyecek ise, adil yargılanma hakkının bileşeni olamaz.

4.- Adil yargılanma hakkı gerekleri, İNSAN HAKLARI ÇEKİRDEĞİ İLE BİTİŞİKTİR

Hakkaniyete uygun yargılamanın beş genel güvencesi var: mahkeme hakkı, hukuki araçların (silahların) eşitliği ilkesi, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme hakkı, açık ve hızlı usul, yargı kararlarının yerine getirilmesine ilişkin hak. Suçluya bahşedilen iki güvence ise, suçsuz sayılma hakkı (masumiyet karinesi) ve savunma hakları. Bunların çoğunluğu insan haklarının sert çekirdeği ile bitişik durumda olup,  sav+savunma+hüküm DİYALEKTİĞİ bakımından bütünlük ilkesini teyit eder.

Görülmekte olan dava hakkında vurgulanması gerekenler:

Mahkeme hakkı: Anayasa’ya aykırılık ciddi itirazı gerekçesiz reddedilerek doğal yargıç ilkesi ihlal edilmiştir.

Hukuki araçların eşitliği ilkesi:   Sav ve Savunma olarak eşit protokol düzeyinde yer alan Cumhuriyet Başsavcılığı (CBS), kamu gücünü kullanarak kamuoyunda İstanbul Barosu hakkında sürekli algı operasyonu yürüterek silahların eşitliği ilkesini sürekli ihlal etmiştir.

Bağımsız ve tarafsız mahkeme: İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi“, oldukça güçlü bir anayasal konuma sahiptir: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yargı organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir şekilde değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” (Any.,m.138).

Bu hüküm, yargı bağımsızlığının iç ve dış boyutları ile aşamalarını düzenlemekte,  emirler ve yasaklar biçiminde güvencelerini ortaya koymaktadır.

İç bağımsızlık; yargıcın “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun” karar vermesini sağlamak için olup, bu çerçevede “vicdani kanaat” kaydı, “kanun-anayasa-hukuk” üçlüsünde karar “verme” yükümlülüğünü pekiştirici “takdir alanı” dır.

Dış bağımsızlık ise; karar öncesi/esnası/sonrası olmak üzere, üç aşamada, başta yasama ve yürütme gelmek üzere bütün devlet organları ve kişiler için geçerli olan, kaçınma ve gereklerini yapma şeklinde kesin yasak ve emirlerdir: “Bulunamaz”, “zorundadır”, “değiştiremez”, “geciktiremez”.

Böylece, madde 138, yargıcın tarafsız (erdem) karar verebilmesi için bağımsızlığı (statü) sağlamış bulunuyor.

Gerekçeli karar hakkı da, hakkaniyete uygun yargılamanın en temel ilkesidir.

Gerekçelendirme teknikleri farklı olmakla birlikte hepsinde zorunludur ve gerekçe-karar eşzamanlılığı ilkesi geçerlidir.Kararı motive eden (saiki olan) nedenlerin belirtilmesi” olarak gerekçelendirme, işlevsel yaklaşım (izlenen amaçlar) veya maddi yaklaşım (içerik) olarak iki açıdan ele alınır.

Gerekçe, yargıcı, bu ya da şu çözüme götüren akıl yürütme (kanıtlama) sürecini betimlemek, ortaya koymak ve açıklamaktır. Gerekçe, “hukukun ne olduğunu söyleme görevine içkin bir yükümlülüktür. Gerekçe, yalnızca hukukun ifadesi değil, aynı zamanda hukukun özüdür.

 İstanbul Barosu’na yöneltilen operasyonlar, gerekçeden yoksundur.

Suçsuz sayılma hakkı da ihlal edilmiştir:

Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” yasağı (md.38/4) yetinmeyen Anayasa koyucu,  aynı kuralı,  olağanüstü hal, seferberlik ve savaş halleri için de koymuş bulunmaktadır (md.15/2). İnsan haklarının sert çekirdeği olarak her zaman, herkesin, her yerde yararlandığı suçsuz sayılma hakkı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 22 Aralık 2024’ten itibaren sürekli olarak ihlal edilmiştir.

Saptama 4: Savaş hukukunun uygulandığı bir ortamda bile suçsuz sayılma hakkı, dokunulamaz bir hak olduğu halde, hukukun üstünlüğü ve insan hakları görevi bulunan Baro yönetimi bu haktan yararlanamıyorsa, düşman hukukunu da aşan bir uygulama söz konusudur..

 5.- Barolar olmaz ise adil yargılanma da yoktur

Adalet, devletin temelidir; Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına dayanır. Adil yargılanma hakkı dışında başka hiçbir hak yoktur ki, devlet örgütlenmesi içerisinde ve yoluyla gerçekleşsin. Bu nedenle AYH, bütün hak ve özgürlüklerin çerçevesidir.

Adil yargılanma- insan hakları ilişkisi, bu bağlamda anlam kazanır: insan hakları, birbirinden ayrılmaz bölünmez bir bütünlük oluşturur. Adil yargılanma hakkı, bütün özgürlük ve hakların  usule ilişkin güvencesidir.

 Ne var ki, mahkemede adalet, Türkiye’nin en önde gelen sorunu ve gündemidir. Bunun konumuz açısından anlamı, adil yargılanma haklarının en çok ihlal edilen haklar olmasıdır. İhlal çokluğu, avukatların savunma haklarının ihlali veya etkisizliği sonucunu doğuruyor. Bu ise, yurttaşların kitlesel mağduriyeti ile sonuçlanmaktadır.

 Bu durum, ülke-toplum ve devlet üçlüsünde şöyle de ifade edilebilir: Devlet açısından  hukuk devleti yokluğu, toplum bakımından toplumsal adalet ve  ülke açısından ise çevresel adalet yokluğu ile sonuçlanır.

 Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri “adalet anlayışı”na dayanır (md.2).

Baroların işlevine gelince; avukatlık mesleği, sav+savunma+hüküm   (S+S+H) diyalektiğinde savunma ile sınırlı olmayıp, yargılama süreci bütününü kapsamına almaktadır.

Bu nedenle, hak arama özgürlüğünü de kapsamına alan adil yargılanma hakkı, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu olarak baroların varlık nedeni olarak da görülebilir: “Barolar, avukatlık mesleğini  geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak, meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır” (Av. K., md.76/1).

 Saptama 5: Baroyu itibarsızlaştırmayı ve etkisiz kılmayı amaçlayan bu dava (davaname) süreci, ülkemizde adil yargılanma hakkına, haliyle bütün yurttaşların hak ve özgürlüklerine zarar vermiş bulunmaktadır. Bu ise, Anayasa madde 2’nin ihlali anlamına gelir.

 6.- Barolar, anayasal kazanımların ve saygının itici gücü ve koruyucusudur

 Hak ve özgürlüklerde bölünmez bütünlük, devlet erklerinde ise ayrılık, anayasa bilimi ekseni olarak demokratik hukuk devleti anayasasına içkin bir ilke olduğu halde,  erkleri tek kişide birleştirme yönünde belirgin sapmalara neden olan 2017 Anayasa değişikliği, hak ve özgürlük düzenlemeleri üzerine doğrudan değişiklik öngörmedi.

Yürürlükteki 7209 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 7 Kasım 1982’de kabul edilen ve 1987’den 2017’ye kadar 19 kez değişikliğe uğramıştır. 1982 Anayasası’nın en çok eleştirilen yönü, “sınırlı iktidar” ve “güvenceli özgürlük” ikileminde, iktidarın yürütme ekseninde hayli güçlendirilmiş olmasına karşın, özgürlüklerin ölçüsüz bir biçimde sınırlanmış olması idi. 30 yıla yayılan değişikliklerde, iktidarı sınırlama ve özgürlükleri güvenceleme şeklindeki doğrusal çizgi bakımından, birbirine karşıt iki ana eksen söz konusu olmuştur. Anayasa, 1987-2005 yılları arasında ve 2007-2017 yılları arasında usul, içerik ve sonuçlar bakımından “asimetrik anayasa değişikliği” sürecine tabi kılındı.  Şöyle ki; TBMM’de uzlaşma yoluyla 1987-2005 arasında gerçekleştirilen değişiklikler demeti, özgürlükleri pekiştirici ve iktidarı sınırlayıcı bir çizgiyi yansıtır. Buna karşılık, sandık araçsallaştırılarak gerçekleştirilen 2007-2017 çizgisindeki değişiklikler, iktidarı pekiştirici ve kişiselleştirici bir süreci yansıtır.

Anayasal düzen, anayasa metninde yazan kurallar ile sınırlı olmayıp, uluslararası sözleşmeler ve hukukun genel ilkeleri bütünüdür.

Hukuk, toplumsal yapının omurgası olduğuna göre, hukuk güvenliği yoksa toplumsal barış da yoktur. Baroların görevi, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak olduğuna göre (Avukatlık K.,md.76) barolar, toplumsal barış aktörleridir. Barolar, bu görevi, Anayasa madde 135 üzerinden madde 2 çerçevesinde kamu tüzel kişileri olarak yerine getirir.

BAROYA YÖNELİK OPERASYONUN KEYFİLİĞİ, USUL KURALLARINA DA AÇIKÇA VE ÇOK YÖNLÜ OLARAK HER AŞAMADA İHLAL SÜREKLİLİĞİ İLE TEYİT EDİLMEKTEDİR: EĞER İSTANBUL BAROSU’NUN AÇIKLAMASI SUÇ OLUŞTURSA VEYA AMAÇ DIŞI FAALİYET OLARAK NİTELENEBİLİR OLSA İDİ, ASGARİ USUL KURALLARINA UYULURDU; ANAYASA’NIN YORUMA KAPALI EMREDİCİ KURALLARI SÜREKLİ İHLAL EDİLMEZDİ. USUL KURALLARININ SİSTEMATİK VE SÜREKLİ OLARAK İHLALİ, ESASI KARARTMA GAYRETKEŞLİĞİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.

MAKSİMUM ANAYASAL GÜVENCELERE KARŞIN düşünce ve ifadenin ANAYASA VE HUKUK DIŞI MÜDAHALELER YOLUYLA ENAZA İNDİRGENMESİ, DEMOKRATİK TOPLUMU SÖNÜMLENDİRME VE SİYASAL MÜNAVEBE YOLUNU KAPATMA RİSKİNİ YARATMAKTADIR.

ADİL YARGILAMA BİLEŞENİNE, BAŞTA SUÇSUZ SAYILMA HAKKI GELMEK ÜZERE adil yargılanma hakkını,  usul ve esas yönünden sistematik ve sürekli ihlal eden SAV ve HÜKÜM, yargılama sürecinde adil yargılama gereklerini yerine getiremez. Dahası, sav ve hükmün savunmaya yönelik hukuk dışı saldırıları, adaletin çökmesi sonucunu doğurur.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ, GERİ DÖNÜLEMEZ –ULUSAL VE ULUSLARARASI- HUKUKİ VE SİYASAL KAZANIMLARA SAHİPTİR VE BAROLAR, BUNLARI SAHİPLENMEKTEDİR.

SEÇİMLER YOLUYLA BELİRLENEN BARO YÖNETİCİLERİNİN SEÇİM DIŞI MÜDAHELELERLE GÖREVİNE SON VERİLMESİ, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİNİN yadsınmasıdır.

ADİL YARGILANMA HAKKININ GÜVENCELERİ OLAN BAROLAR, MAHKEMELERİN BAĞIMSIZLIĞINI DÜZENLEYEN MADDE 138 GEREKLERİNE SAYGININ DA BEKÇİLERİDİR.

 Saptama 6: Mahkemelerin bağımsızlığını düzenleyen madde 138, yargıçlara insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü koruma görev+yetki ve sorumluluğunu da vermektedir. Bu bakımdan bu dava, SAV+SAVUNMA VE HÜKÜM diyalektiğinde yargıcın konumunu da test etme niteliği taşımaktadır.

7.- BAROLAR, ANAYASAYA SAYGININ İTİCİ GÜÇLERİDİR

Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları (KKNMK), Anayasa madde 2’de tanımlanan “demokratik devlet” nitelemesi içinde yer alır. Ulusal ve yerel ölçekte öngörülen demokrasi düzenekleri karşısında KKNMK, üst kuruluşları ile birlikte ulusal ölçekte örgütlü demokratik kuruluşlar olarak mikro-demokrasi ve makro-demokrasi kurumlarını eklemleme ölçeğidir. Bu çerçevede İstanbul Barosu ve barolar, hukuk yoluyla demokrasi aktörleridir.

Baroların bu özelliği, barolar ve siyaset ilişkisini gündeme getirir.  Yargılama sürecinin savunma ayağı olarak bir hukuk kurumu olan Barolar, siyasal kurumların hukuka saygısının da bekçisidir. Anayasaya saygı çerçevesinde siyaset ve hukuk yoluyla demokrasi gerekleri, savunmaya görev ve sorumluluk yüklemektedir.

Türkiye gündeminin ana sorunu olarak Anayasa ihlali, en başta adil yargılanma hakkı gereklerini zedelemektedir. Dürüst yargılama gerekleri sav+savunma+hüküm üçlüsünde görev+yetki+sorumluluk kuralları ile uygulamaya geçirilse de, hak mağduru yurttaşın doğrudan muhatabı savunma, öncelikli olarak etkilenen halkadır. Anayasa’nın sürekli olarak çiğnendiği bir ortamda barolar, hakkaniyete uygun yargılama gereklerinin yalnızca aktörü değil, aynı zamanda antrenörü konumuna gelmiş bulunuyor. Bu nedenle Anayasa’ya saygı, baroların varlık nedeni ile örtüşmektedir.

Siyasetin hukuk ve anayasa yoluyla yapılması için mücadele eden meslek örgütü ve yargı kurumu olarak barolar ve özellikle İstanbul Barosu, 2017 kurgusu ve uygulaması olarak Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY)’nin hukuka saygısını sağlamada ve yargı bağımsızlığı için erkler ayrılığı ekseninde Türkiye’de hesap verebilir bir hükümet inşasında tarih önünde ve gelecek kuşaklar önünde yükümlülük karşısındadır. Şu kadarını belirtmekle yetinelim: siyaset nedir? Sorusuna yanıt olarak, siyaset, kısaca, seçenekler arasında çözüm üretmektir. Bu bakımdan,  insan onuru ve yaşamı siyasal tercihlerin konusu olamaz; bu nedenle bunlar, siyaset ötesi kavramlardır.

Saptama 6: KAMU KURUMU OLARAK BAROLAR SİYASET YAPMAZ, FAKAT BİR HUKUK KURUMU OLARAK SİYASETİN HUKUK KURALLARI ÇERÇEVESİNDE CEREYAN EDİP ETMEDİĞİNİ İZLER, SAYGIYI TALEP EDER VE GEREKLİ BAŞVURULARDA BULUNUR. Baro başkanı olarak da yapmadım; yapılmasına müsaade etmedim. Ama, AYHAİİM’nin kurulmasına öncülük ettim. Amaç, siyasetin hukuk kuralları çerçevesinde yapılmasını izlemek ve gerekli önlemlerin alınmasın talep etmektir.

 8.- İstanbul Barosu, Dünya ölçeğinde müstesna bir yere sahiptir

Dünya Baroları arasında istisnai bir yere sahip olan İstanbul Barosu tarihi, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme, kurumsallaşma ve anayasallaşma tarihi ile örtüşmektedir.  Süreklilik bakımından, İstanbul Barosu temel norm olarak Kanun-i Esasi’ye göre daha saygın bir yere sahip olmuştur.

İstanbul Barosu,  kurumsal olarak Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini kucaklar; normatif olarak da Baro tarihi, beş anayasal dönemle örtüşür;  mekan olarak, iki kıta üzerinde yetkilerini kullanır.

Barolar,  örgüt ve yapı olarak kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu (KKNMK)  ama, amaç olarak daha çok özgürlükler anayasa hukuku (ÖAH) ve çevresel anayasa hukuku (ÇAH) ekseninde yer alır. İstanbul Barosu’nun faaliyetleri de,  21. Yüzyıl  başı itibariyle  üçlü anayasal düzeni kapsamına alır:  kurumsal anayasa hukuku (KAH), özgürlükler anayasa hukuku (ÖAH) çevresel anayasa hukuku (ÇAH). Marmara Bölgesinde uygulanan (Montreux, Barselona ve Bükreş gibi) çoklu uluslararası sözleşmeler, İstanbul Barosunun etkinliklerine uluslararası boyutlar katmaktadır.

Çağdaşlaşma, hukukileşme ve kurumsallaşma döneminden intikal eden büyük kurumlar arasında yer alan İstanbul Barosu, kırılma ve olağanlaşma ikileminde  – Anayasalar ve darbeler ötesi- süreklilik sembolü oldu. Kuşkusuz,  başkanları ve yöneticileri de,  hukuku etkili kılmaya katkı ile  ileriye götürme  çabasında hep süreklilik sembolü oldu. Bu bakımdan İstanbul Barosu, sav+ savunma+ hüküm (S+S+H) diyalektiğini pekiştirmeye sürekli katkı sundu.

Çeşitlilik  içinde birlik anlayışı,  niceliksel gücü niteliğe dönüştürmeye katkı sundu.

Saptama 8:Dünya ölçeğinde müstesna bir yere sahip olan İstanbul Barosuna sav ve hüküm  makamları da saygı göstermelidir.

9.-  İstanbul Barosu, “ görev,  yetki ve sorumluluk” kuralını titizlikle gözetmektedir

2017 Anayasal kurgu ve uygulamasında Yargının, yürütmenin güdümüne girmesi ile güvence düzeneklerinin azalması,  Baroların görev ve sorumluluğunu önceki döneme göre çok daha arttırdı. Başka bir deyişle, “hukukun üstünlüğünü savunmak ve insan haklarını korumak” görev ve yetkisi,  baroların Anayasal düzeni, “sınırlı iktidar ve güvenceli özgürlük” ereğinde savunma sorumluluğunu arttırmıştır.

Bu sorumluluk, hukuk devleti olarak mahkemede adalet ile sınırlı olmayıp, sosyal devlet olarak toplumsal adalet (fırsat ve olanak eşitliği) ve çevre devleti olarak çevresel adaleti de kapsamına almaktadır.

Barolar, toplumun en zinde güçleri olarak kirlenme üçlüsü karşısında HUKUK/İKTİSAT/SİYASET alanında doğru bilgiyi yayma neferleri olmalıdır aynı zamanda.

Unutmayalım ki İstanbul Barosu, fikre yönelik saldırıların en çok yoğunlaştığı bir dönemde, insan hakları bilimi gereklerince ifade özgürlüğünün koruması altında olan ve üstelik yasal görev ve yetki alanında bulunan bir alanda, tarihinin en ağır saldırısına maruz kaldı.

2017’de Anayasa yoluyla ulusal ölçekte kurgulanan otoriterizm, yerel demokrasiyi önleyemedi. Nitekim 2019’da demokratik muhalefete doğru genişledi;  2024’te yaygınlaştı.  Halkın iradesine saygı yerine kayyum uygulaması yoluyla demokratik kurumları tasfiye yoluna gidildi.

Baroları parçalama, 2020 yasa operasyonu ile başarılamadı: 7249 sayılı yasa ile ilk hedef İstanbul Barosu’nu parçalamaktı; olmadı… İşte davaname, yasal yol başarılamayan demokratik kurumlara operasyonun hukuk dışı yollarla sürdürülmesinden başka bir süreç değildir.

 Saptama 9: İstanbul Barosu ve barolar, hukuk ihlal edilerek demokrasiyi itlaf sürecine seyirci kalmadılar, kalmayacaklar.

10.-İSTANBUL BAROSUNA YÖNELİK OPERASYON, YALNIZCA SAVUNMAYI DEĞİL, YARGI ORGANLARI BÜTÜNÜNÜ İTİBATSIZLAŞTIRMAKTA OLUP ASLA KANIKSANAMAZ, KABUL EDİLEMEZ VE MEŞRULAŞTIRILAMAZ

Aynı protokol düzeyinde bulunan iki kurumun birbiri ile kavga ediyor görüntüsü, acı ama gerçek. İki Adalet aktörünün, adil yargılama hakkı omurgası Baronun kurumsal kimliğini hukuk dışı yollarla çökertme çabası, iki asırlık birikime ihanet değil mi?/

Görev+yetki+sorumluluk dengesizliği bakımından;  bir bildiriyi –üstelik hukuk çerçevesinde-  Baro’nun demokratik kimliğini sönümlendirme vesilesi sayan  savcılığın,  zincirleme Anayasa ve hukuk dışı eylemleri nedeniyle anılması,  Cumhuriyet savcılığı makamının saygınlığını zedelemektedir.

Hukukun üstünlüğü ve insan hakları”, Osmanlı Devleti modernleşmesi ve Türkiye Cumhuriyeti gelişmelerinin ürünüdür.   2017 Anayasa değişikliği ile, tarihimizde ilk kez Devlet başkanlığı ve Yürütme birleştirilerek yaratılan kişisel iktidar, Devlet organlarının ve kamu kurumlarının insan haklarını koruma ve geliştirme yükümlülüklerini yaşamsal kılmıştır. Hükümet, siyasal sorumluluk ve karar alma düzenekleri kaldırılmış olsa da, Türkiye’nin “sınırlı iktidar ve güvenceli özgürlükler”  ikilemindeki  kazanımları çok güçlü olup, OHAL ortam ve koşullarında dayatılan Anayasa değişikliği ile tasfiye edilemez. İki yüzyıllık kurumsallaşma ve hukukileşme, yüzyıllık Avrupalılaşma ve uluslararasılaşma tarihi,  iktidar ve özgürlük ikileminde iktidarın sınırlanması ve insan haklarının güvencelenmesi konusunda geriye dönülmesi olanaksız kazanımları beraberinde getirmiştir.

Kazanımların korunması ve ileriye götürülmesinde bir kamu kurumu olarak aynı zamanda yurttaş mekanında yer alan Baroların belirleyici konumu ve gücü,  ancak “adalet işlevi, demokratik işleyiş ve özerk işlem” üçlüsünde pekiştirilebilir.

Saptama 10: Baro’ya yönelik operasyon, sav+savunma+hüküm üçlüsünün oluşturduğu yargı erkini zaafa uğratma riskini taşımaktadır.

11.- HUKUK HAKKI İÇİN BAŞVURU YOLLARININ İŞLETİLMESİNİ İSTEMEK, SORUŞTURMA KONUSU OLAMAZ: İstanbul Barosu açıklaması, Avukatlık Kanunu madde 76’nın öngördüğü görev ve sorumluluk kapsamındadır.

Açıklamada savaşa ve şiddete, herhangi bir yasa dışı örgüte yollama, böyle bir ima veya çağrışım yapan ifade bulunmamaktadır. İnsan hakları bilimi, öğretisi ve yargı kararlarına göre, düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırları belirlidir. Bu sınırları, savcı (veya savcının konjonktürel öznel değerlendirmesi veya  siyasal bakışı değil),  insan hakları bilimi verileri belirler. Hiçbir zaman, ifade özgürlüğünün koruma alanı dışına çıkmayan ve Avukatlık Kanunu tarafından kendisine yüklenen görevler ( madde 95/21 örneği) çerçevesinde yer alan İstanbul Barosu’nun açıklamaları, hukukun üstünlüğünü savunma ve insan haklarını koruma bağlamında, ifade özgürlüğü güvencelerinden haydi haydi yararlanır.

Bu itibarla, İstanbul Barosu’nu suçlamak, Yasa ile açıkça öngörülmüş olan görev+hak diyalektiği gereği,  yasal bir görevin ifasını engellemektir.

Yargı birimi, başka bir yargı organının ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle hesap soruyor. Sav+savunma+hüküm sacayağı, “adalet” (md.2) in gerçekleşme koşulu olduğuna göre, savın savunmaya saldırması, öncelikle adaleti zaafa uğratır ve bu bakımdan açık bir Anayasa madde 2’ye aykırılık söz konusudur:

 Saptama 11.- İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı değil yalnızca, başsavcılığı olarak, İstanbul Barosu Başkanına veya Yönetim Kuruluna değil yalnızca İstanbul Barosu’na kurumsal ölçekte (tüzel kişilik)  bir suçlama yöneltmektedir.

 12.- “SEÇİMLE GELEN SEÇİMLE GİDER”

20 Ekim 2024 günü yapılan seçimlerde İstanbul Barosu Genel Kurulu iradesi ile seçilen yönetim,  İstanbul Barosu’na üye 67.000 avukatı hukukun ortak paydasında buluşturmaya ve ülke genelinde hukuku etkili kılmaya yönelik yoğun çalışmalar yaptı. Avukatlık yasasının kendisine verdiği görev ve yetkiler çerçevesinde zaman zaman kamuoyunu bilgilendirici açıklamalar yaptı. 21 Aralık günü yaptığı bir açıklama nedeniyle, İstanbul CBS’nin yasa dışı soruşturmasına maruz kaldı.  Bununla yetinmeyen CBS, 14 Ocak 2025 günü bu kez davaname adı altında yine yasa dışı yol ve yöntemle bir dava açtı.

20 Ekim 2024 günü birbiriyle yarışan bütün avukat grupları bu davaya tepki gösterdi ve “seçimle gelen seçimle gider” sloganı ile “hukuk yoluyla demokrasi” ekseninde buluştu.

İstanbul Barosu yönetimi, bu demokratik desteğin de sağladığı meşruluk gücü ile  23 Şubat 2025 günü olağanüstü genel kurulu gerçekleştirdi. Kar ve kış ortam ve koşullarına karşı yoğun bir katılımla gerçekleşen genel kurul, Baro yönetimine yöneltilen suçlamaları da boşa çıkardı.

Baro yönetimi hesabını, olağan veya olağanüstü Genel Kurul önünde verir. 20 Ekim 2024’te seçilen İstanbul Barosu yönetimi, 23 Şubat 2025 günü olağanüstü genel kurul önünde 4 aylık icraatından aklanmıştır.

Saptama 12: İstanbul Barosu Olağanüstü Genel Kurulu, 23 Şubat 2025 günü İstanbul Barosu yönetimini aklayarak, “hukuk yoluyla demokrasi” dersi vermiştir.

13.- YAPTIRIM SÜRECİ, HUKUK VE YARGIYA GÜVENSİZLİK GÖSTERGESİDİR

Türkiye kadar hukuki ve demokratik siyaset birikimi bulunan hiçbir Devlet’te böyle bir davaya tanık olunamaz. Hukuk ve demokrasi dışı operasyonlar, sonuçlarından bağımsız olarak başlı başına bir yaptırım olup, yargıya güvenin başlıca  ölçüsüdür.

Bu bakımdan, verilecek karar; hukukun üstünlüğü ve insan haklar,  demokratik hukuk devleti ve bunları yadsıma arasında bir tercih niteliği taşıyacak.

 Saptama 13: Türkiye’de hukuk ve yargıya güven konusunda uluslararası kuruluşların endekslerine başvurmaya gerek yoktur. İstanbul Barosu’na yönelik “operasyonlar dizisi”, başlı başına ölçüt oluşturmaktadır.

Sayın Yargıç,

Ve benim de davalı olduğum bir yargı kararından alıntı ile noktalıyorum: ”Sanık olarak gözüken kişilerin zaman ve emeklerini toplumsal çalışmalara karşılıksız adayan bu konudaki çalışmaları, takdirle karşılanan sade ve dürüst kişiler olduğu mahkememizce bilinmekte olup emniyet tahkikatı ile 2908 S.K.’na aykırılıktan dava açılması, öncelikle kendilerinden çok bundan yararlanacak ihtiyaç sahiplerinin mağduriyetlerine neden olmaktadır” (ÇYDD, Beyoğlu 1. Sulh CM, E.2001/2269, Ka.2002/781, 6.6.2002; yargıç Mustafa Gülbay).

İstanbul Barosu’na açılan dava ise, bütün yurttaşları savunmakla yükümlü savunma hakkı öznelerine ayrılması gereken zamanın çoğunu çaldığı için ÇYDD davasına göre çok daha vahim sonuçlar doğurmuştur.

20 yüzyıla, yargıç Refik Gür kararına gitmeksizin, yüzyılımızın başında verilen bu örnek kararın, İstanbul Barosu yöneticileri hakkında verilecek karar için esin kaynağı olmasını diliyorum.

İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Ö. Kaboğlu

Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun 21 Mart 2025 günü İstanbul Barosu Başkanı olarak şahsı adına yaptığı savunma 

 

İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesine,

İbrahim Ö. Kaboğlu (21.03.2025)

Dosya No: 2025/15 E.

 DAVALI OLARAK DAVANAME ÜZERİNE BEYANLARIM:

 İstanbul Barosu, fikre yönelik saldırıların en çok yoğunlaştığı bir dönemde, insan hakları bilimi gereklerince ifade özgürlüğünün koruması altında olan ve üstelik yasal görev ve yetki alanında bulunan bir alanda, tarihinin en ağır saldırısına maruz kaldı.

 Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası kazanımlarına da sürekli meydan okuma karşısında, Baroların görev ve sorumlulukları daha da artmaktadır.

 1.- İstanbul BAROSU FAALİYETLERİ, anayasanın değişmez maddesi olarak 2. Madde hükmünün çerçeve kavramları olarak HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNMAK VE İNSAN HAKLARINI KORUMAK GÖREV VE YETKİSİ İÇİNDE YER ALMAKTADIR

 Hukuk devleti (md.2), Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı, bütün kamu kurumları için geçerli olduğu (md.11) ve egemenlik kuralı gereği, kaynağını Anayasa’dan almayan hiçbir yetki kullanılamayacağı (md.6) halde, İstanbul Barosu’na yöneltilen işlemler ve eylemler dizisi, bu emredici ve yasaklayıcı Anayasa kurallarına açıkça ve çok yönlü olarak aykırıdır.

Dava açma, ifade alma, gözaltı, tutuklama şeklindeki yaptırımlar dizisi, Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerine (md.19 ve 13) açıkça ve çok yönlü olarak aykırılıklar oluşturduğu gibi, adil yargılanma hakkı gereklerini de sıfırlamaktadır: savaş halinde bile geçerli olan suçuz sayılma hakkının yadsınması, ihlallerin ortak paydasını oluşturmaktadır. /fırat…/

 BAROLAR, -İB Başkanı olarak açıklandığı üzere- VARLIK NEDENİ, ÖRGÜTLENME VE İŞLEYİŞ BAKIMINDAN DAYANAĞINI, CUMHURİYETİN NİTELİKLERİNİ DÜZENLEYEN ANAYASA MADDE 2’DEN ALIR.

Baroların işlevi, ADALETİ –olmaz ise olmaz- gerçekleştirme bileşeni; Baroların işleyişi DEMOKRATİKtir; Barolar, işlemlerinde ÖZERK’tir.

İŞLEYİŞİ: SAVUNMANIN ÇATI ÖRGÜTÜ OLAN BAROLAR, DEMOKRATİK, ÖZERK VE BAĞIMSIZ KAMU TÜZELKİŞİLİĞİ İLE DONATILMIŞ KAMU KURUMUDUR.

BU BAKIMDAN SAVUNMA, SAV+SAVUNMA+HÜKÜM üçlüsünde tekil bir konuma sahiptir.

SAVUNMA ÖRGÜTÜ çatısı altında görev yapan AVUKATLAR da, sav +savunma+hüküm diyalektiğinin onsuz olmaz eksenidir.

Demokratik kuruluş olarak İstanbul Barosu, aynı zamanda “çalışmalarını demokratik ilklere göre sürdüren” bir kamu kurumudur (md.76).

İstanbul Barosu, ADALET İŞLEVİni, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN VE İNSAN HAKLARININ SAVUNUCUSU VE KORYUCUSU OLMASIYLA KARAR ORGANLARININİŞLEMLERİ İLE YERİNE GETİRmektedir.

Hukukun üstünlüğü, hukuk devletini de aşan bir kavramdır. Bu nedenle, İstanbul Barosunun görevlerini yerine getirmesini engellemek, egemenlik hak ve yetkisinin gaspı ile eşdeğerdir(md.6

 Saptama 1: İstanbul Barosu üzerinden, savunmayı itibarsızlaştırma ve görevlerini engellemek amacıyla yapılan işlemler dizisi, anayasal olarak ve hukuken yok hükmünde olup, egemenliğin gaspı niteliğindedir.

 2.- BİLDİRİ, ANAYASAL DÜZEN KAPSAMINDADIR

 Adil (dürüst, düzgün) veya hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, her zaman, herkes için ve her yerde geçerli bir hak olarak insan haklarının sert çekirdeğine eşdeğer bir haktır.

 Özgürlükçü anayasacılık geleneğine uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında da, önce hak ve özgürlükler düzenlenmekte, özgürlükler ve haklara dayanan düzeni gerçekleştirmeye elverişli bir devlet örgütlenmesi, sonradan somutlaştırılmaktadır. Bu anayasal düzen, devletin -yargı bağımsızlığı temelinde- erkler ayrılığı şeklinde örgütlendiği, hukukun ise normlar hiyerarşisine göre yapılandığı hukuk devletidir.

Devlet’in insan hakları karşısında üçlü yükümlülüğü kayda değer: Saygı göstermek, Korumak, İlerletmek ve Geliştirmek.

 Bu çerçevede Devlet, yalnızca anayasal hak ve özgürlüklere saygı göstermek veya korumakla yükümlü değildir; o, aynı zamanda, hak ve özgürlüklerin kullanılmasına elverişli ortam ve koşullar oluşturmak için olumlu yükümlülükler altında da bulunmaktadır (md.5).

 Anayasal hak ve özgürlükler ise, maksimum standart (md.13) VE MİNİMUM STANDART(md.15) arasında geniş bir yelpazeye yayılmaktadır.

 2001’de yeniden yazılan madde 13 belirtilmeye değer:

Hak ve özgürlükleri sınırlama konusunda üç kayıt söz konusudur: yasa kaydı, anayasal nedensellik ilkesi, Anayasa’ya saygı ve güvence ölçütleri; sınırlama hangi nedenle yapılırsa yapılsın şu üç ölçüte aykırı olamaz: Demokratik toplum düzeni, laik Cumhuriyet ve ölçülülük ilkesi. Genel yasak; “öze dokunma”.

 Barolar, karakoldan başlayıp mahkeme kararının uygulanmasına kadar yargılama sürecinin bütün aşamalarında yer alan tek yargı bileşenidir sav+savunma+hüküm üçlüsünde. Yargılama süreci bütününü kucaklayan savunma, Anayasal düzen bütününde de vardır. Savunma, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik yetkisini kullandığı her yerde vardır. Sav ve hükme göre bu üçlü ayrıcalık, savunmaya, sav+savunma ve hüküm üçlüsünde, adil yargılanma hakkının gereklerini, ayrı ayrı ve birlikte öne sürmek ve izlemek bakımından kendine özgü bir konum sağlamaktadır.

 Davaname yoluyla; İstanbul Barosu’na reva görülen ise, maksimum standart ya da Anayasa’nın ve Avukatlık Yasasının emredici hükmünün uygulanması bir yana, minimum standardın bile altında. Anayasa ve hukuk dışı operasyonlarla, savaş halinde bile geçerli olan insan haklarının sert çekirdeği yadsınmış bulunuyor: suçsuz sayılma hakkı.

 Saptama 2: İstanbul Barosu, ayrıcalıklı yetkilerini, büyük bir titizlik içinde özgürlükler anayasa hukuku kapsamında kullanmaktadır.

 3.- TERÖR, KONJONKTÜREL SİYASAL SÖYLEM MALZEMESİ YAPILAMAZ VE DEMOKRATİK MUHALEFETİ SİNDİRME ARACI OLARAK KULLANILAMAZ.

2017’de Cumhuriyet Anayasacılığının sonunu getiren Anayasal kurguya hayır diyenler, “terörist” olarak yaftalanıyordu. Eğer “hayır” demek, terörist olmak idiyse üç anayasal hal yaratan 2017 kurgusunun 7 yıllık uygulaması, “terörist”leri! doğruladı.

Anayasasızlaştırma sürecinde terörist damgasının sıradanlaştığı bir dönemin ardından savın genel siyasal söylemi çağrıştırması, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü bağlamında öngörülen anayasal düzen güvencelerini zedeleyicidir.

Öznel ve keyfi uygulamaların önüne geçmek amacıyla Terörle Mücadele Kanunu’nda 2013 değişikliği ile “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklini alan suçlama hükmüne, istismar edici uygulamaların önüne geçmek amacıyla 2019’da 7188 sayılı yasa şu kayıt eklendi: “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.”(RG: 24.10.19-30928).

TBMM’de 7188 sayılı yasanın her aşamasında bulunmuş kişi olarak, şiddete çağrı ve övgü söz konusu olmadıkça yapılan çağrı ve eleştirilerin öznel değerlendirmeler sonucu suç konusu oluşturmasının önüne geçmek amacına yönelik olduğuna tanıklık etmiş bulunmaktayım. İstanbul Baro açıklaması ise, şiddete veya suça çağrı değil, tam tersine hukuka çağrı olup, kesinlikle TMK ile ilişkilendirilemez.

Saptama 3: Eğer eleştiri amacıyla yapılan görüş ve açıklamalar suç değil ise, istemde bulunma, hiçbir biçimde terör ile ilişkilendirilemez.

4.- DEZENFORMASYONDA MANEVİ VE MADDİ UNSUR BİRLİKTE GERÇEKLEŞMELİDİR:

Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli bir şekilde alenen yayan kimse, …cezalandırılır” (7418 sy. Y., md.29).

TCK madde 217/A düzenlemesi açısından; yasa maddesinin aradığı suçun manevi ve maddi unsurlarının ayrı ayrı sistematik bir biçimde açıklanması bir yana, Savcılık metni, yasa hükmünü kalıp yargıları ile yüklü bir anlatıma dönüştürmüştür: “devletin kurum ve organlarına duyulan güveni olumsuz etkilemeye çalışarak, halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikiyle hareket edildiği….eylemin kamu barışını bozmaya elverişli olduğu…suçundan soruşturma yürütülmesini gerektiren olguların bulunduğu,” ibareleriyle, Türkiye’deki 3 avukattan birinin görev yaptığı devasa bir kamu kurumu yöneticilerinin“niyetini okuma” cüreti, gayri ciddi bir yaklaşımla kurgulanan soruşturmanın aynı zihniyetle davanameye dönüştürüldüğünün göstergesidir.

TBMM’de dezenformasyon ile ilgili yasal düzenlemenin ilk adımından AYM başvurusunun yazımına uzanan yasama çalışmasının her aşamasında bulunmuş, lehe ve aleyhe yapılan bütün konuşma ve açıklamalara tanıklık etmiş biri olarak da, Baro açıklaması ve dezenformasyon düzenlemesi arasında herhangi bir bağ ve ilişki kurmanın mümkün olmadığını vurgulamak durumundayım. Doğru ve gerçek bilgiye, anayasal dezenformasyona karşı mücadele için kitap yazacak derecede önem veren bir kişinin dezenformasyon suçu işlemesi, en hafif deyimiyle aymazlıktır.

1 Haziran 2022 Dijital Mecralar Komisyonu…RG’de yayımlandığı 18 Ekim 2022 AYM başvurusuna uzanan yasama ve yargısal başvuru sürecinde yer aldım.

İşte Genel Kurul konuşmalarımdan birkaç cümle:

Türk Ceza kanununun savaşta yalan haber yayma …maddesinin buraya aktarılmasıdır. Bu…mümkün değildir. Çünkü hak ve özgürlüklere olağan düzende 13. Madde uygulanır. Oysa 15. Madde yalnızca olağanüstü hal ve savaş durumunda uygulanır…özellikle 29’uncu maddesinde yer alan kavramlar Anayasa’nın hiçbir yerinde yoktur; olmayanı kesinlikle koyamazsınız…Siz, ‘dezenformasyonu yasaklayalım’ derken resmi dezenformasyonu, şu anda Türkiye’de var olan, özellikle beş yıldır zirve yapan resmi dezenformasyonu pekiştirme yasasını yürürlüğe koymuş olacaksınız…”(4.10.2022).

Belirtmek gerekir ki, savaş hukukuna özgü hayli teknik bir uygulama alanından olağan hukuk düzenine aktarılmış olsa da, İstanbul Barosu açıklaması ile herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır. Bu bakımdan, İstanbul CBS’nin 22.12.2024 gününden bu yana İstanbul Barosu’na yönelik algı operasyonu, ‘resmi dezenformasyon’dur.

Saptama 4.-İnsan hakları Cumhuriyet’in altyapısı (md.14) olduğuna göre Cumhuriyet savcısı da aynı zamanda insan haklarının koruyucusudur. Varlık nedeni “insan haklarını korumak” olan Baroları “hukuk hakkı”nı talep ettiği için sanık sandalyesine oturtması, Cumhuriyet savcısının kendi varlık nedenini de sorgulatmaktadır.

5.- ANAYASA MAHKEMESİ KARARI AÇIK VE BAĞLAYICIDIR: AYM’nin E.2022/129 ta. Ve K.2023/189 sayılı 8/11/23 tarihli (RG.: 23 Şubat 2024-32469) kararı da, madde 217 uygulamasının istisnai niteliğini ortaya koymaktadır:

“38.Ceza hukukunda kişinin bir suç nedeniyle cezalandırılabilmesi için suçun maddi ve manevi unsurlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Yine kurala göre bu bilgi ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili olan ve fail tarafından gerçeğe aykırılığı bilinen bu bilginin kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayılması şartının gerçekleşmesini aramaktadır. Gerçeğe aykırı bilginin kamu barışını bozmaya elverişli olma şartı suçun maddi unsurlarından biri olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan bir eylemin kural kapsamındaki suçu oluşturduğu yargı makamlarınca değerlendirilirken kamu barışını bozmaya elverişliliği delil ve/veya olgularla ortaya konulacaktır. Son olarak suç ancak gerçeğe aykırı olduğu fail tarafından bilinen bir bilginin sırf halk arasında endişe, korku, panik yaratma saikiyle yayılması halinde oluşacaktır. Bu itibarla anılan şartlardan herhangi birinin gerçekleşmemesi durumunda kuralda düzenlenen suçun oluşmayacağı açıktır.”

AYM’nin suçun unsurları konusunda yaptığı belirlemeler de, İstanbul Barosu açıklaması ve TCK madde 217 arasında doğrudan veya dolaylı bir bağ ya da ilişki kurmanın olanaksız olduğunu göstermektedir.

Hukuk, fiil- eylem, söz- yazı ve dışa vurulan, yani nesnel olanla ilgilenir; yoksa söylenmeyen ve niyet ile ilgilenmez. Öyle ki, “kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” güvencesi (md.25), dokunulamayan ve insan haklarının sert çekirdeği olarak savaş halinde bile koruma görür (md.15).

Madde 217’deki, “Sırf….saikiyle” ibaresi, söylemin sonuçları ile ilgili olduğundan, suç için “maddi “ ve “manevi” unsurlarının birlikte oluşması gereği AYM tarafından özellikle vurgulanmıştır.

Saptama 5: “Anayasa Mahkemesi kararları… yargı organlarını bağlar” hükmü (md.153/son), bir kez daha hatırlatılmalıdır.

6.- RESMİ DEZENFORMASYONA SON VERİLMELİDİR:

Kaldı ki; AYM kararı bulunmasa da, TCK md.217/A ve İstanbul Barosu açıklaması arasında herhangi bir bağ veya ilişki bulunmamaktadır. Tam tersine; savcılığın İstanbul Barosunu, başkanını ve yönetim kurulunu hedef alan kamuoyu açıklamasının, aradan üç gün geçtikten sonra Adalet bakanlığına izin için başvuru fezlekesinde yokmuş gibi davranması, dosyaya soruşturma konusu ile hiçbir biçimde ilgisi bulunmayan belge ve bilgiler yerleştirmesi (Örn. Özlem Gürses’e ilişkin açıklama), anayasal ve yasal görev+yetki+sorumluluk kuralları dışında kalması bir yana, TCK madde 217’nin tanımladığı fiilin, sav makamının işlem ve eylemleri ile örtüştüğünü göstermektedir. AYM kararı da bu görüşü açıkça teyit etmektedir. Kısaca eğer, 22.12.2024’de açıklanan metin, soruşturmayı başlatan işlem ise, -bakanlık izni olmadığı için- hukuki geçerliliği bulunmamakta; hayır, eğer, soruşturma Adalet Bakanlığı yazısı üzerine açıldı ise, 22.12.2024 açıklaması, bir “DEZENFORMASYON” dur.

Saptama 6: Hüküm (Jurisdictio), savın dezenformasyonu üzerine inşa edilemez.

7.- SORUŞTURMA, KANUNA VE ANAYASAYA AYKIRI DELİLLERE DAYANMAKTADIR.

İstanbul CBS’nin dezenformasyon amaçlı ve hedef gösterici illegal açıklama ve işlemleri sonucu –başta Adalet Bakanlığı gelmek üzere- yapılan yazışmalar, yürütülen soruşturmalar, açılan davalar ve davaname, 22 Aralık günlü “kolluk tutanağı” üzerine inşa edilmiş bulunuyor.

Soruşturma başlatmak için Adalet bakanlığı izni, Avukatlık Kanunu’nun emredici hükmü olduğu, üstelik muhatap avukatlardan beyan alma yükümlülüğü bulunduğu halde, bunları yerine getirmeksizin doğrudan soruşturma başlatılması ve soruşturmanın yalnızca kolluk görevlisi tutanağı esas alınarak yürütülmesi, dayanılan delilde yasallık koşulunun gerçekleşmediğini göstermektedir. Kaldı ki, “polis memuru” imzalı tutanak esas alınarak üretilen hiçbir resmi evrak, kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile desteklenmiş değildir.

(Ankara’da siyasilerin söylem ve eylemleri ile İstanbul’da yargı mensuplarının işlemleri arasındaki asimetrik ilişkiye bu aşamada girmeyeceğim).

Saptama 7: Adil yargılanma hakkını daha baştan yadsıyan usule ilişkin –kolektif, sistematik ve sürekli- ihlaller zinciri, esas açısından davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunun açık bir göstergesidir.

 8.- ‘HUKUK HAKKI’ İSTEMİ, AMAÇ DIŞI FAALİYET DEĞİLDİR

 Davaname, hangi iddiaya dayanmaktadır?

AMAÇ DIŞI FAALİYET VE SUÇ OLUŞTURAN FAALİYET (konusu suç oluşturan faaliyet ne?)

Bu ayrıma göre, “suçsuz sayılma hakkı”nı çifte ihlal yoluyla açılan dava, bizatihi red nedenidir.

Madde 135’e göre, “mesleğin genel menfaatler” göre gelişmesini sağlamak ve “kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamaz” yükümlülüğü ve yasağı, KKNMK olarak yasalara nasıl yansımış bulunuyor?

Avukatlık yasasının öngördüğü “hukukun üstünlüğünü savunmak ve insan haklarını korumak”, genel menfaatlere uygun olarak yürütülecek kuruluş amacının ortak paydası olarak öngörülmüştür.

Hukuku talep”, bu kapsama girer. İstanbul Barosu bildirimi de, bir “hukuk talebi” , daha doğru deyişle “hukuk hakkı”dır. Eğer hukuk hakkı, hukukun üstünlüğünü savunma ve insan haklarını koruma alanına girmez ise Barolar, mesleğin genel çıkarlara uygun olarak yerine getirilmesi konusunda hiçbir faaliyette bulunamaz.

Bu açıdan değerlendirildiğinde açılan dava, hukuk talebini, kuruluş amaçları dışına çıkarır. Tam tersine kuruluş amaçları içinde yer alan hukuk talebinin, madde 36’ya göre tek sınırı, “meşru araç”tır: ‘sosyal medya’, meşru araçtır.

İçerik olarak, hukukun üstünlüğü ve insan hakları bağlamında ifade özgürlüğü testine tabi tutmak gerekir. Şu halde soru şu: bildiri metni, ifade özgürlüğü içinde mi? Yoksa yasaklanan alanlar dışında mı?

İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü yelpazesi için 7 meşru yasal eylem sıralanmış bulunuyor: geliştirmek, sağlamak, savunmak, korumak, karşılamak, işlerlik kazandırmak.

Bu yasal eylemler, md.13’teki maksimum (en çok) standart güvencelerinden yararlanıyor ve aynı maddedeki sınırlama ölçütleri ve ana sorun, 7 eylem olarak ortaya konulan faaliyetlerin sınırlama alanına girip girmediğidir:

Tek sınır, şiddete teşvik veya şiddete şiddete başvurma durumları ile nefret söylemi olarak kabul edilen ırkçı, ayrımcı, yabancı düşmanı, savaş propagandası vs. görüşlerin savunulmasıdır.

Şu halde asıl olan, HUKUK HAKKI’nın görev ve yetki sınırları içinde kullanılması; sorumluluk ise, ifade özgürlüğünün korumadığı alanları dışlamaktır.

“Faaliyet gösteren” (md.135 ve 76) ibaresi, tekil değil çoğul. Kaç faaliyet? Hangi faaliyetler? Aynı maddede “tasarruflar”dan söz ediliyor. Tasarrufların karşılığı olan hangi işlemler? Bu sorular havada kalmaktadır.

Biraz sonra, yönetim kurulu üyelerince örnek olarak belli başlı faaliyet alanlarına değinilecek olan İstanbul Barosu’nun yüzlerce hatta binlerce etkinliği arasında, insan hakları hukuku koruma alanı içinde yer alan tek bir bildirisinin Baro’nun “faaliyet gösterme” ve “tasarrufları” alanına sokulması, en hafif ifade ile akla ziyandır.

Kaldı ki, “illegal faaliyetler” şeklinde çoğul bir kullanım iddiasını ortaya koymakla birlikte, Baro’nun “illegal faaliyetler”in neler olduğunu belirtmekten yoksun olan davanamenin kendisi yasa dışı (illegal) nitelik taşımaktadır. Davaname yazıldığı /hazırlandığı sırada ortada henüz Adalet Bakanlığı kovuşturma izni kararı bulunmadığı gibi (çünkü Bakanlık kovuşturma izni kararı aynı tarihi taşımakta), “son soruşturmanın açılması” kararı da haliyle verilmiş değildir (20.02.25).

Baroya yönelik olarak; maksimum standart ilkesi ihlal edildiği gibi “minimum standart” ilkesi de ilga edilmiş bulunuyor. Nasıl? “Suçsuz sayılma hakkı”, savaş halinde bile korunan bir hak olduğu halde, bütün işlemleri en başından itibaren Anayasa ve hukuka aykırı yürüten Başsavcılık, Anayasa ihlalini sistematik ve sürekli hale getirmiş bulunuyor.

Baro’nun, hukukun üstünlüğünü savunmakla yükümlü olması (md.76) bakımından, “hangi hukuk?” sorusunu, hukuk devletinde hukukun yapılanma tarzından (normlar hiyerarşisi) (md.2) hareketle yanıtlamak gerekirse; YASA+ANAYASA+ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER VE HUKUKUN GENEL İLKELERİ sıralaması bütününde varolan Baro, madde 138’de hüküm için öngörülen “hukuk”un keşfi ve ortaya çıkarılmasında da vardır.

Bu itibarla; “illegal faaliyet” ithamı, yalnızca İstanbul Barosu yöneticilerine değil, İstanbul Barosu’na, ama aynı zamanda ve belki daha çok sav makamına hakarettir.

Saptama 8: SAV+SAVUNMA+HÜKÜM üçlüsü, hukukun üstünlüğü (HÜ) ve insan hakları (İH) tarafında mı, yoksa iktidar tarafında mı? Bu soru, davanamenin temel sorunsalı olarak karşımızda duruyor. HÜ ve İH, görev+yetki ve sorumluluğu, “hukuk hakkı” istemini bile dile getiremeyecek ise, hiçbir anlamı kalmaz.

 9-SORUN, YERİNDELİK DEĞİL HUKUKİLİKTİR (görev+suç+yerindelik)

21 Aralık açıklaması, Baroların görev alanı dışında kaldığı için mi, yoksa suç oluşturduğu için mi zincirleme davaların konusunu oluşturmaktadır? Her iki sorunun da yanıtı açık olmakla birlikte, soruşturma, kovuşturma ve davanameye konu olması, denetimi hukukilik sınırları dışına çıkarmaktadır. Bu nedenle görev ve yetkinin kötüye kullanılması sonucu başlatılan yargısal denetim, ancak bir “yerindelik denetimi” olabilir. Ne var k, kamu kurumlarının eylem ve işlemleri üzerinde yerindelik denetimi yapılamaz: “Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz” (Any., md.125/4).

Kaldı ki, Barolar için yerindelik denetim organı bellidir ve bu da Genel Kurul’dur. Nitekim İstanbul Barosu, aslında 23 Şubat günü yerindelik denetimini yapmış ve “seçimle gelen seçimle gider” ortak slogan ve söylemi ile Baro yönetimini aklamıştır.

İstanbul Barosu’nda ‘Adil Yargılanma Hakkı Araştırma ve İhlalleri İzleme Merkezi’nden “Çevre, İmar ve Afet Merkezi”ne dek 40 Komisyon ve Merkez var. Örneğin, Baro’nun Marmara Denizindeki müsilaj musibeti vesilesi ile Kanal İstanbul’un hukuki ve olası ekolojik riskleri üzerine –yetki alanında geçerli üç uluslararası sözleşme ışığında- bir çalışma yapması, hukukilik-yerindelik ayrımında ‘yerinde’ görülmeyip, ‘amaç dışı’ faaliyet mi sayılacak?

Saptama 9: Yargı denetimi öngörülen ve idari yargı denetimine bağlı olan Baro işlemleri üzerinde kesin yerindelik denetim yasağı, denetim konusu olmaması gereken bir işlemin Asliye Hukuk Mahkemesi denetimine sokulması, haydi haydi böyle bir yasağın geçerli olmasını gerektirir

10.-KİŞİ OLARAK DA SUÇLAMA ASLA KABUL EDİLEMEZ: Türkiye’de birçok ilke imzasını atmış kişi olarak İbrahim Kaboğlu ve terör arasında bağlantı iması dahi, haysiyet zedeleyici bir muameledir. 1974 İçişleri Bakanlığında başladığım meslek yaşamımda yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte Yürütme+Yasama+Yargı üçlüsünde birçok görev üstlenmiş ve onbinlerce hukukçunun yetişmesine katkıda bulunmuş, güncel olarak 67.000 avukatı bağrında barındıran bir kurumun temsilcisi olarak şahsım ve terör arasında bağlantı kurmak, kişiliğime yöneltilen en ağır hakarettir.

2001-2004 yılları arasında BM İnsan Hakları Eğitimi Onyılı Ulusal Komitesi’nin (İHEOYUK) hakim ve savcıların insan hakları eğitiminden sorumlu üyesi olarak uyguladığımız insan hakları formasyon programlarından İstanbul Barosu’ndaki ruhsat törenlerine dek, kullandığım hukuk dili, yargı topluluğu ve kamuoyu tarafından çok iyi bilinmektedir. Öyle ki, staj törenlerinde adil yargılanma hakkı gereklerine değinirken, savunma mesleğine adım atmakta olan genç meslektaşlara, silahların eşitliği ilkesi yerine, hukuki araçların eşitliği kavramını kullanmalarını önermekteyim.

Özgürlükler hukuku ve barış hakkının kuramsal temellerini Türkiye’de inşa eden…“Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinden hareketle barış hakkının bireysel ve kolektif anayasal temellerinin pekişmesine katkıda bulunan, ulusal ve uluslararası çalışmaları tümüyle saydam olan kişi ve şiddet arasında bağlantı aramak, boşuna çabadır. Kuşkusuz, yaşamını hukuka adamış bir kişinin yine hukukçularca hedef gösterilmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin birikim ve kazanımlarının yadsınmasıdır.

Bu vesile ile, 3 Mart 2021 günü TBMM’de yaptığım konuşmadan bir alıntı yapmak isterim:

Anayasa ciddiye alınmalı, siyasetçiler tarafından gündem değiştirme malzemesi olarak kullanılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki anayasa, bir toplum için -mecaz anlamında olduğu kadar gerçek anlamında da- ekmek, su ve hava kadar önemlidir. Toplumsal uzlaşma ve barış belgesi olan anayasa andına sadakat kadar, kullanılacak anayasa dili de önemlidir. Bir devlette herkesin saygı göstermek zorunda olduğu tek belge, insan hakları ve demokrasiye dayanan anayasadır.

 Kuruluşun 100’üncü yılı ve laikliğin temellerinin atılışının 97’nci yılı kutlu olsun. 3 Mart 1924 tarihi laikliğin temellerinin atıldığı gün olmuştur. Bu belgelerin geleceğe yönelik olarak eşitlik, yurttaşlık ve laiklik ekseninde okunması, günümüz seçilmişlerinin kuruculara saygısının ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluğunun bir gereğidir. İçtenlik sınavı günceldir ve sınavların en büyüğüdür.” (TBMM, 1921’in 100. Yılı).

1957 Demirciler Köyü ilkokulunda başlayan ve 2024’te Sorbonne’da noktalanan öğrencilik ve öğretim üyeliği üzerine konuşmayacağım.

Yalnızca Ankara’da İnönü Bulvarının sağ ve sol yakasındaki ilk ve son kamu görevime değineceğim: sağ tarafta İçişleri Bakanlığı, 1974’te göreve başladığım yer ve sol tarafta TBMM, 2023’te görevimi tamamladığım yer.

Bütün görevler, onurla ve üstün görev anlayışı ile ifa edildi. TBMM’de beş yıl süre ile en yoğun çabam, nitelikli yasama ve yargıda liyakat düzenlemeleri yanısıra, TBMM’de önünde hesap verebilir hükümetin yeniden ihdası için Anayasa değişikliklerine yönelik çalışmalarım olmuştur.

 Anayasa’ya uygun ve kamu yararını yansıtan nitelikli yasa için çok yönlü çabalarım karşısında; “Kaboğlu’na sorsak bu Meclis’te yasa yapamayız” tekerlemesini dillerine dolayan vekillere, AYM’nin başvurularımızın %50’sinden çoğunu iptal ettiğini hatırlatarak şöyle seslendim: “…bunlara yanıtı ben vermeyeceğim. Anayasa Mahkememizin kuruluşunda esin kaynağı olan Avusturya, İtalya ve Almanya Anayasa Mahkemelerinden de vermeyeceğim; buna yanıtı yirmi bir yıldır iktidarda olan siyasi partinin doğrudan veya dolaylı olarak atadığı Anayasa yargıçlarımızın kararlarıyla vereceğim; çünkü bu Anayasa karşıtlığı ancak Anayasa Mahkemesi kararlarının burada öne sürdüğümüz ve verilen yanıtlara karşın Anayasa Mahkemesine yaptığımız başvurulardan aldığımız yanıtla ölçülebilir” (28.03.2023).

 Şu kadarını belirtmekle yetineyim: liyakat ve nitelik öncelikli görev anlayışım biliniyor olsa gerek: üst düzey yargı mensupları muhalefet vekili olarak bilgi notları gönderdi; Baro başkanı olarak da, üst düzey yargı mensuplarından sorunlarını dile getirmem yönünde öneriler aldım.

Saptama 10: Protokol sıralamasında eşit düzlemde yer alan iki kurum temsilcisinin birbirini terörist olmakla itham etmesi bir yana, hiçbir hukukçuyu, böyle bir töhmet altında bırakması düşünülemez; hele hele, “suçsuz sayılma hakkı”nın savaş halinde bile bütün yurttaşlar için geçerli olduğu bir anayasal düzende.

11.- HUKUK VE İNSAN HAKLARI, SİYASAL HESAPLAŞMALARIN ARACI OLAMAZ

Kesilmelere ve kırılmalara rağmen, anayasa tarihimizde yaklaşık yüz ELLİ yıllık bir doğrusal çizgi; bir yandan, iktidarın daha çok sınırlanması yönünde kurumsallaşma ve düzeneklerin (mekanizmaların) ortaya çıkması; öte yandan, hak ve özgürlükler yelpazesinin genişlemesi ve bunlara ilişkin güvencelerin artması yönünde olmuştur.

2017 Anayasa kurgusu, çifte yürütme yapısını teke indirip bunu tevdi ettiği kişi parti genel başkanı olunca, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme oluştu. Bu kurgu sonucu olarak, ulusal ölçekte çoğunluğu elde eden parti (veya koalisyonu), yerel yönetim üzerinde de hakimiyet kurma eğilimine girdi (kayyum uygulaması). Bununla yetinmeksizin, demokratik devlet bileşeni olan KKNMK’na el atmaya başladı.

Üç düzlemde demokratik uygulama ve ortaya çıkan çoğunluklar, sürekli farklılaşabilir; çoğunluklar, farklı siyasal grup ve düşünce akımlarına ait olabilir. Bu farklılaşma, ‘çeşitlilik içinde birlik’ olarak nitelenebilir. Zira, yasama organında, yerel yönetimlerde ve kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarında yapılan seçimler sonucu ortaya çıkan çoğunluklar, görev dönemi sonunda da muhalif gruplarla yarışma sonucu yeniden çoğunluğu elde edeceği gibi azınlığa da düşebilir. Önemli olan, ortaya çıkan çoğunluk hangi siyasal eğilimden olursa olsun, hepsinin “hukuk ortak paydası”nda buluşmasıdır.

2017 Anayasa kurgusu, ulusal ölçekte seçim ve serbest yarışma mantığını değiştirmiş, ‘demokratik yasama’ veya ‘demokratik yürütme’, tek kişi iradesi ve siyasal çizgisinin belirleyici olduğu bir düzeneğe dönüştürülmüştür. Sözkonusu kurgu uygulamasında, Anayasa içi ve dışı alanlar iç içe geçmiş bulunuyor. Örnek: Yürütme (Devlet başkanlığı ve Hükümet), bir kişi olarak CB şahsında birleştirildi (Anayasal); aynı kişinin Parti genel başkanı olması ise, fiili durum. Cumhur İttifakı, yasal düzenleme sonucu; ama aynı ittifakın, yasama ve yürütme koalisyonu yapması, fiili durum.

Ulusal ölçekte, demokratik olmayan kombinezonlarla yetinmeyen Cumhur İttifakı, bu kez yerel yönetimleri de kendi çoğunlukları yönünde oluşturmaya çalıştı. 2019 İstanbul BBB seçiminin tümüyle Anayasa’ya aykırı olarak iptal edilmesi, bu zihniyetin ürünüdür. 31 Mart 2024 seçimleri sonrası yelpazesi genişletilen kayyum uygulaması, aynı zihniyetin ürünü.

Sekter veya sözde demokrasi anlayışı, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları (KKNMK)üzerinde geçerli kılınmaya çalışıldı ve hukuk kurumları olarak Barolar, pilot uygulama alanı olarak belirlendi. Baroları parçalamaya yönelik 7249 sayılı yasa bu amaçla çıkarıldı.

Yasa yoluyla Baroları –en azından Ankara ve İstanbul Barolarını- parçaladılar; hatta numaralı Barolar için ayrımcı yasal düzenlemeler de yaptılar; fakat amaçlarına ulaşamadılar. Bu yolla da başaramayınca, bu kez yargı eliyle operasyon girişimi gündeme konuldu. İstanbul Barosu’na karşı 22 Aralık 2024’ten bu yana yürütülen hukuk ve akıl dışı operasyon başkaca açıklanamaz.

Demokrasi, ya hep ya hiç zihniyeti ile bağdaşmaz.

Saptama 11: Davaname sonucunda verilecek karar, “hukuk yoluyla demokrasi” ve yasa ve yargı yoluyla demokrasiyi sönümlendirme süreci arasında bir tercih olacak.

12- BAĞIMSIZ YARGI, HUKUKU VE DEMOKRASİYİ KORUMAKLA YÜKÜMLÜDÜR

İst. Barosu başkanı olarak yargı mensuplarını Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal ve uluslararası hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmaya çağırmak, bir hak değil aynı zamanda bir görevdir: madde 138, emirler ve yasaklar bakımından hiçbir istisna tanımayan bir anayasal hükümdür. Bu hüküm, yargı bağımsızlığının iç ve dış boyutları ile aşamalarını düzenlemekte ve güvencelerini ortaya koymaktadır.

İç bağımsızlık; yargıcın “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun” karar vermesini sağlamak için olup, bu çerçevede “vicdani kanaat” kaydı, “kanun-anayasa-hukuk” üçlüsünde karar “verme” yükümlülüğünü pekiştirici “takdir alanı” dır. Vicdan ise, meslek haysiyetine içkin ve içeriği pek yoğun kavram.

 Dış bağımsızlık ise; karar öncesi/esnası/sonrası olmak üzere, üç aşamada, başta yasama ve yürütme gelmek üzere bütün devlet organları ve kişiler için geçerli olan, kaçınma ve gereklerini yapma şeklinde kesin yasak ve emirlerdir: “Bulunamaz”, “zorundadır”, “değiştiremez”, “geciktiremez”.

Sonuç olarak, Anayasa madde 138 gereklerince verilmesi gereken bu yargı kararı, İstanbul Barosu yöneticileri ve kurum olarak İstanbul Barosu ile de sınırlı olmayacaktır. Potansiyel mağdur durumundaki TC’nin bütün baroları ve TBB ile de hukuk ile sınırlı olmayıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik geleceğine de ilişkin bir karar olacaktır.

Dava ve karar, ne anlam taşır?

 Davayı reddetmek;

 Hukukun üstünlüğünü savunmak,

İnsan haklarını korumak,

Hukuk bilimi ve insan hakları bilimine saygı göstermek,

Anayasa’nın değişmez maddesini sahiplenmektir.

Davayı kabul etmek ise;

Avukatlık Kanunu, Anayasa, TC’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, AK Avukatlık Mesleğinin Korunması Sözleşmesi kazanımlarının reddi,

Avukatların demokratik iradelerine de hakaret ve haliyle S+S+H diyalektiğinin yadsınması,

Dahası, 150 yıllık birikimi yadsımakla, Türkiye Cumhuriyeti’ni 1876’nın gerisine mi götürme iradesinin dışa vurumu olacaktır.

Beklentimiz, TC anayasal düzeninin asgari gereklerinin altına düşmemek ve davaname, İstanbul Barosu tarihine bir “kara leke” olarak çoktan geçmiş olsa da, davanamenin reddidir.

Biraz uzatmış olmam, üçlü Tarihsel sorumluluğum nedeniyle: İstanbul Barosu’nu 19878’den bugünlere getirenlere karşı,

“İnsan haklarına dayanan laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularına ve günümüze dek getirenlere karşı,

Hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına susamış milyonlara karşı.

Davalı Av. Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu


Hukuk Ansiklopedisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bu Hafta Popüler

Haluk Pekşen

Haluk Pekşen, 11 Eylül 1961’de Trabzon'un Yomra ilçesine bağlı...

Gülizar Biçer Karaca

Gülizar Biçer Karaca, 20 Eylül 1967 tarihinde Aydın /...

Madımak’ta kimler ve neler yakıldı?

Madımak’ta kimler ve neler yakıldı? / Zeki Coşkun  Türkiye büyük...

Miletli Aspasia

Miletli Aspasia, Anadolu'nun batısında, Ege bölgesinde, Büyük Menderes Nehrinin...

Selahaddin Menteş

Selahaddin Menteş, 3 Ekim 1970 tarihinde, Malatya’da doğdu. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde eğitime başladı ve 1994 yılında mezun oldu. 6 Temmuz 2019 tarihinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi. 8 Temmuz 2019'da, Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonu'nda yapılan yemin töreni ile göreve başladı.

Popüler Konular

Abusus non tollit usum

Abusus non tollit usum, Roma Hukukundan günümüze ulaşmış Latince...

Avrupa Hakimleri Danışma Konseyi (CCJE)

Avrupa Hakemleri Danışma Konseyi(CCJE), Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından...

17 Aralık – Hukuk Takvimi

17 Aralık – Hukuk Takvimi1830Güney Amerikalı aristokrat, devrim önderi,...

Adaletsizliği Görmek

Adaletsizliği Görmek - Avukat Dr. Başar YaltıAdalete giden yol,...

Yargılama dönemi, susma dönemidir

Yargılama dönemi, susma dönemidir / Prof. Dr. Sami Selçuk Başyargıç...

Roma Şartı – Savcılara İlişkin Avrupa Norm ve İlkeleri

Roma Şartı - Savcılara İlişkin Avrupa Norm ve İlkeleri;...

Yarım milyon çocuk nasıl kurtarılır?

Yarım milyon çocuk nasıl kurtarılır? / Gökçer Tahincioğlu Cumhuriyet başsavcılıklarındaki soruşturma...

Masum sayılma hakkı

Masum sayılma hakkı / Avukat Fikret İlkiz Masumiyet karinesi adil...

İlginizi Çekebilir

Popüler Kategoriler

Hukuk Ansiklopedisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin